28 Mayıs 2008 Çarşamba

Sivilcelerinizden diş macunuyla kurtulun

Çok basit formüllerle daha güzel görünmek mümkün. Örneğin diş macunu yardımıyla sivilcenizi küçültebilir, sirke sayesinde de parlak saçlara kavuşabilirsiniz..
Akan makyajınızı düzeltin
Makyajınızı yeniden yapmak için zamanınız yoksa, bir kulak pamuğunu makyaj temizleyicisine batırın ve makyajınızın yalnızca akmış veya bulaşmış bölgelerini silin.

Tırnağınızı yapıştırın
Kırıldığı zaman tırnağınızı koparmak yerine, bir damla japon yapıştırıcısını kırıldığı yere damlatın. Üzerine en sevdiğiniz ojeden yoğun bir tabaka sürün. Kırık çizgiyi kamufle etmek için kırmızı, bordo veya mercan gibi mat renkleri tercih edin.

Kırmızı ruju dağıtmayın
Kırmızı ruju ovalayarak çıkarmak, rujun ağız çevresine dağılıp, kötü görünmesine sebep olur. Bunun yerine, küçük bir makyaj pamuğunu veya kağıt mendili makyaj temizleyicisine batırıp rujunuzu silmeniz daha uygun olacaktır.

Kaşlara göz kremi...
Yoğun bir göz kremini kaşlarınıza uygulayarak onları da nemlendirmeniz mümkün. Ayrıca kepeğe benzeyen o beyaz zerreciklerden de kurtulmuş olursunuz.

Çözüm kabartma tozunda
Uyguladığınız bir otobronzan sonrasında cildinizde çizgiler meydana geldiyse, banyo lifinin üzerine koyacağınız bir miktar kabartma tozu ile cildinizi ovarak bu çizgilerden kurtulabilirsiniz.

Fırçanıza saç spreyi sıkın
Saçlarınızı kuruttuktan sonra fırçanızın üzerine bir miktar saç spreyi sıkın ve saçınızı tarayın. Böylelikle saçlarınız kaskatı olmadan hacmini ve parlaklığını koruyacak.

Dişlere ağız gargarası
Eve geç geldiğiniz gecelerde kendinizi dişlerinizi temizleyemeyecek kadar yorgun hissediyorsanız, ağzınızı bir gargara ile çalkalayın. Ardından kuru diş fırçanızla diş etlerinizin dişlerinizle buluştuğu noktaları hafifçe fırçalayın.

Bebek yağıyla nemlenin
Parlak ama çok yağlı görünmeyen bacaklara sahip olmak için günlük vücut nemlendiricinizin içine bir damla bebek yağı ekleyin.

Bitki yağından yararlanın
Tırnakların etrafını çevreleyen ölü derilerin sertleşip şeytan tırnağına dönüşmemesi için, bu bölgelere bir miktar kayısı yağı damlatın.

Uçuğa çözüm kremde
Uçuğun çıkmaya başladığını hissettiğinizde, üzerine bir miktar nemlendirici sürerek daha kötü bir hale gelmesini önleyebilirsiniz.

Göz kalemi donsun
Göz kaleminizin ucu uygulama sırasında dağılıyorsa, onu 15 dakikalığına buzluğa koyun. Çıkardığınızda ucunun sert olduğunu ve cildinizde rahatça hareket ettiğini göreceksiniz.

Sivilceye macun
Sadece bir bezelye büyüklüğünde uygulayın. Diş macunu sivilcenin yağını emerek daha fazla büyümesini engeller. 15 dakika sonra yüzünüzü yıkayın.

Kaşlarınızı fırçayla tarayın
Kullanılmamış nemli bir diş veya kaş fırçasının üzerine saç spreyi sıkarak kaşlarınızı rahatça düzleştirip şekle sokabilirsiniz.

Koltuk altınıza peeling
Eğer koltuk altlarınız kuruyor ve pul pul dökülüyorsa narin bir vücut peeling'i ile bu bölgeyi yumuşatabilirsiniz.

Pişik kremi iyi gelir
Çatlak dirsek ve ayak topuklarınızı yumuşatmak için bu bölgelere yoğun bir tabaka halinde pişik kremi uygulayın.

Kirpiklerinizi yumuşatın
Gözlerinize makyaj yapmadan ilgi çekmek için, kirpiklerinizin ucuna birkaç damla vazelin uygulayıp, tarayın. Böylece seksi ve parlak bakışlara sahip olacaksınız.

Sirkeyle parlak saçlar
Bir ölçek sirkeyi dört ölçek sodayla karıştırın ve saçınızı bu karışımla ıslatıp, 15 dakika bekleyin. Böylece istediğiniz parlaklığa kavuşabilirsiniz.

Saç kremiyle tıraş
Tıraş köpüğünüz bittiyse onun yerine saç kremi kullanabilirsiniz. Bu krem, tüylerinizi yumuşatır.

17 Mayıs 2008 Cumartesi

Cep telefonları beyinde tümöre neden oluyor

İsveçli Prof. Kjell Hansen Mild, o çok merak edilen soruya kendi araştırması sonrası cevap buldu: Cep telefonları çok tehlikeli, beyinde tümöre ve kansere sebep oluyor.

İsveç'teki Umea Üniversitesi'nde çalışan Prof. Kjell Hansen Mild, cep telefonlarının beyinde tümöre neden olduğunu ve kansere yol açtığını ileri sürdü.

İsveç'in yüksek tirajlı gazetelerinden Aftonbladet'te yer alan habere göre, Umea Üniversitesi profesörlerinden Mild, araştırmalarının cep telefonu kullanımının kansere yol açtığını ortaya koyduğunu söyledi.

Cep telefonlarının çok tehlikeli olduğunu, beyinde tümöre ve kansere sebep olduğunu iddia eden Mild, mecbur kalmadıkça cep telefonu kullanılmaması uyarısında bulundu. Mild, cep telefonu satıcılarında riskin çok yüksek olduğunu belirtti.

Prof. Mild, 10 yıl içinde devamlı cep telefonu kullananların beyin kanserine yakalanma oranlarının, cep telefonu kullanmayanlara oranla 2 kat arttığını öne sürdü. Cep telefonlarında radyasyon oranlarının düşürülmesi gerektiğini vurgulayan Mild, vatandaşlara hiçbir zararı olmayan ev ve büro telefonlarını kullanılmalarını tavsiye etti.

Yeşil çayın yararları

Mustafa Bilsel'i herkes "Çay Dede" olarak tanıdı. Hayatını çaya adamış olan Çay Dede, yeşil çayı ve insan sağlığına olan faydalarını sıraladı. Antioksidan yeşil çayda neler var neler:

Yeşil çay siyah çayla aynı bitkiden - Camellia sinensis'den - elde ediliyor.. Farklılık, işleme tekniğinden kaynaklanıyor. Yeşil çay yaprakları siyah çaya göre çok daha az işlem görüyor.

Yeşil çayın kafein içeriği ise siyah çaydan düşük. Yeşil çay bitkisinin yaprakları, daha az isleme tabi tutulduğu için, yeşil rengini kaybetmeden koruyor. Siyah çay bir parçalanmaya ve fermentasyona maruz kalırken, yeşil çay buharla ısıtılarak enzimlerinin denatüre edilmesi ile bu parçalanmaya ve etkili antioksidan maddelerinin azalmasına karşın korunmuş oluyor.

YEŞİL ÇAYA İLGİ GİDEREK ARTIYOR

Yeşil çay, yumuşak içimli, siyah çaya göre daha az buruk ve aromatik bir çaydır. Aroması siyah çaya oranla daha yoğun olduğundan, içim kolaylığı için bergamot, limon gibi lezzetlerle harmanlanarak içimi daha keyifli hale getirilmektedir. Özellikle bergamotun hoş kokusu, yeşil çaya çok yakışıyor.
Yeşil çay, doğal bir antioksidan kaynağı. Yeşil çayın dünyada ve Türkiye'de popülaritesi her geçen gün artıyor.

Yeşil çayın vücut üzerinde olumlu etkilerinin bulunması son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalarla kanıtlandı.

Güçlü antioksidan etkisiyle hayatımıza giren Doğuş Yeşil Çay, hem eşsiz bir keyif hem de sağlık vaat ediyor.

Uzmanlar yeşil çayın faydalarını saymakla bitiremiyor

Farklı kültürlerin mucizevi içeceği olarak ünlenmiş Yeşil Çay, içerdiği yüksek orandaki antioksidanlar sayesinde vücudu toksinlerden arındırmaya, daha zinde hissetmeye yardımcı oluyor. Güçlü antioksidan etkisiyle hayatımıza giren Yeşil Çay’ın, vücudun bağışıklık sistemini güçlendirme özelliği ve başta kanser olmak üzere birçok hastalığın önlenmesinde etkisi olduğu biliniyor.

Tümöre 'yapışıyor'

Japon bilim adamları, yeşil çaydaki bir maddenin kanser hücrelerine yapışarak tümörlerin büyümesini durdurduğunu belirlemiştir. Japon Kyushu Üniversitesi'nden Hirofumi Tachibana ve ekibi, yeşil çaydaki anti-kanserojen özelliği olan maddenin nasıl etki ettiğini ilk kez saptadı. Bilim adamları, Epigallocatechin - Gallat (EGCG) maddesinin kanser hücrelerinin yüzeyindeki bölgelere yapıştığını gözlemledi.

YEŞİL ÇAY ARTIK DAHA LEZZETLİ OLDU

Her farklı çay türünün kendine özgü içim özelliği var. Doğuş Çay Kalite Müdürü Mustafa Bilsel yani Çay Dede, “tüketicinin damak zevkine uygun ürünü sunmanın büyük önem taşıdığına dikkat çekerek şunları anlatıyor:

“Siyah çay, özellikle ülkemiz için çok geleneksel ve kültürel bir içecek. Misafirperverliğimizin sembolü, keyifli sohbetlerimizin en önemli parçalarından biridir. Diğer çay türlerinin siyah çaya kolay kolay rakip olabileceğini tahmin etmiyorum. Yeşil çay tüketimi bu aşamada Türk damak zevkine yeni yeni sunulmaya başlanmıştır.

Biraz evvel bahsettiğim gibi yeşil çay, siyah çaya nazaran içerdiği antioksidan bileşikler nedeniyle, sağlık yönünden bir dereceye kadar tercih edilme sebebi olmuştur. Bu açıdan tüketimi henüz sınırlı da olsa, tercih edilmeye başlandığı doğrudur. Zaten bu öngörü ile Doğuş Çay, 2004 yılında Türkiye’de üretilen yaş yapraktan, yeşil çay üretmeye başlayan iki firmadan biridir.”

Yeşil çayın tüketiminin son zamanlarda artmaya başladığına da dikkat çeken Mustafa Bilsel’e göre siyah çay tutkunlarının yeşil çaya geçmesi, içim keyfi açısından biraz zor olabiliyor. Bu nedenle Doğuş Çay, ‘yeşil çayın lezzetlisi’ başlığı altında topladığı yeşil çay ürünlerini, doğal bitki ve meyvelerle harmanlamak suretiyle lezzetlendirerek, Türk damak zevkine daha uygun hale getiriyor. Doğuş Çay’ın şu anda piyasada limonlu, bergamutlu, tarçınlı-karanfilli ve sade olmak üzere dört çeşit yeşil çayı bulunuyor.

ÇAY DEDE KİMDİR?

2006 yılından bu yana Doğuş Çay ile birlikte çalışan Türkiye'nin 'Çay Dedesi' Mustafa Bilsel, henüz küçük bir çocukken tanıştığı çayla ilgili bilgi birikimini bir süreden beri Doğuş Çay için kullanıyor. Rizeli Bilsel, 1950'li yıllardan bu yana çay işiyle ilgileniyor.

Bir dönem Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü'nde çalışan Bilsel, Türkiye'de ilk kez Tomurcuk Çayı'nı da keşfeden isim olarak tanınıyor. 40 yıllık mesleki birikimi ve fiziksel özelliklerinden ötürü kendisine 'Çay Dede' dendiği söyleyen Bilsel, bu tanımlamadan dolayı çok hoşnut olduğunu dile getiriyor.

ÇAYLA YOLLARI NASIL KESİŞTİ?

Çay Dede, kendini şöyle anlatıyor:

"1949 yılında Rize'de doğdum ve çayın Türkiye'deki geçmişiyle aynı yaşlarda sayılırım. 1950'li yılların sonlarına doğru, aileme ait bahçesinde, çay üreticisi olarak bu işle ilk kez ilgilenmeye başladım.

1968'de, üniversite yıllarında staj çalışmaları dolayısıyla, Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü'ne girdim. Çayda gübreleme ve klonal seleksiyon bölge çalışmalarında stajyer öğrenci olarak başlayan çay serüvenim, okul sonrasında, aynı iş yerinde devlet memuru olarak göreve başlamamla devam etti. Bu görevle birlikte başlayan akademik çay serüvenim ise; 1985 yılına kadar aynı iş yerinde biyokimya şube müdürlüğünde, çayla ilgili değişik konularda araştırmalarla sürdü.

1985 yılında çayın özel sektöre açılmasıyla özel sektöre geçtim. 1985- 2006 yılları arasında yaş çay, paketleme ve kalite kontrol müdürlükleri görevlerinde bulundum.



www.ekoyol.com

Bilgisayar kullanırken gözünüzden olmayın

Bilgisayar ekranlarının sürekli titreşen yapıda olmaları ve saniyede 40-80 kez yanıp sönüyor olmasının, bilgisayar başında fazla kalınması halinde görme güçlüğüne, göz yorgunluğuna ve göz kurumasına neden olabiliyor. Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ümit Kamış, bilgisayar ekranlarının sürekli titreşen yapıda olmaları ve saniyede 40-80 kez yanıp sönüyor olmasının, bilgisayar başında fazla kalınması halinde görme güçlüğüne, göz yorgunluğuna ve göz kurumasına neden olabildiğini söyledi.

Doç. Dr. Kamış, AA muhabirine yaptığı açıklamada, televizyon ve bilgisayarların yaygınlaşmasıyla gözle ilgili rahatsızlıkların ciddi oranda artış gösterdiğini söyledi.

Yüzyılın en yaygın meslek hastalıklarından biri olan ''Bilgisayara bakma sendromu''nun her geçen gün yayıldığını ifade eden Doç. Dr. Kamış, gözlerde ağrı, yorgunluk, rahatsızlık, kızarıklık, bulanık görme, çift görme gibi belirtileri olan hastalığın bilgisayar kullanıcıları arasında yaygınlığının yüzde 88,5 olduğu belirtti.

Doç. Dr. Kamış, bilgisayara bakma sendromunun modern dünyanın yarattığı yeni bir durum olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:

''Yani bilgisayara bakma sendromu, halk arasındaki ifadeyle gözü bozmaz. Ancak genellikle 60-80 santimetre mesafeden ekrana bakılıyor olması ve saatlerce çalışılıyor olması, bazen kırılma kusurlarının kendini hissettirmesine neden olur. Bunun dışında bilgisayar ekranlarının sürekli titreşen yapıda olmaları ve saniyede 40-80 kez yanıp sönüyor olması, görme güçlüğüne, bu da dikkatle izlemekte olan kişilerde göz yorgunluğuna ve göz kurumasına neden olur. Normalde 12-16 defa olan dakikadaki göz kırpma sayısının dikkatli bakış sırasında 5-6 defaya kadar düşmesi, kırpma yoluyla gözümüzün kurumasını önleyen mekanizmayı yavaşlatır.''

Büro gibi klimalı ortamlarda göz yaşı buharlaşma hızının artması ve ortam neminin azalmasının da göz yüzeyinin kurumasını artırıcı diğer bir faktör olduğunu belirten Doç. Dr. Kamış, bilgisayar kullanıcılarının göz yorgunluğu ve göz kurumasını önlemek için ekran başında uzun süre durmaması gerektiğini bildirdi.

-BİLGİSAYAR KULLANIRKEN-

Doç. Dr. Ümit Kamış, uzun süre ekran başında kalmak zorunda olanların da bilgisayar ekranının üst seviyesinin, göz seviyesini aşmamasına özen göstermesi ifade ederek, şunları söyledi:

''Bu sayede gözümüz çalışma sırasında hafifçe aşağı bakar pozisyonda olacak, bu durum kapak aralığının bir miktar dar kalması yoluyla göz yaşının buharlaşabileceği göz yüzeyini azaltacaktır. Ekrana 60-80 santimetre mesafeden bakan bir kişi için ekran boyu ile ekran çözünürlüğü dengesi de çok önemlidir. 14 inç ekran boyutu için 640x480, 15 inç ekran boyutu için 600x800, 17 inç ekran çözünürlüğü için 1024-768 ideal seçimdir. Bu durum görüşü çok daha kolaylaştırır. Ayrıca dikkatli çalışma ve keskin görüş çabası, göz kırpma sayısını istemsiz olarak düşürecektir. Bu nedenle 45 dakika ekran karşısında geçirildiğinde, 15 dakika süreyle daha az görsel dikkat gerektiren bir işlev yapılacak şekilde ara verilmelidir.''

Bunun dışında bilgisayarın bulunduğu mekanın havasının mutlaka belli aralıklarla nemlendirilmesi gerektiğini belirten Doç. Dr. Kamış, ekran filtresi kullanmanın da bir diğer koruyucu önlem olduğunu bildirdi.

13 Mayıs 2008 Salı

Zayıflamak isteyenlere kötü haber!

Kilolarından kurtulmak için sıkı bir diyete girip kilo vermek isteyenlere, bilimden kötü haber. Ne kadar diyet yapılırsa yapılsın, vücuttaki yağ depolayan hücrelerin sayılarının değişmediği bildirildi. İngiliz yayın kuruluşu BBC'nin İsveç'teki Karolinska Institute'da görevli bilim adamlarının çalışmalarına dayanarak verdiği habere göre, yağ hücrelerinin sayısı, adolesan döneminde belirleniyor ve gelecekte bir obezite gelişmesine bağlı olmaksızın aynı kalıyor.

Nature dergisinde yayınlanan araştırma, çok büyük miktarlarda kilo kaybeden ve buna rağmen yağ hücreleri sayısında çok küçük bir değişiklik olan hastaları ele aldı.

Yapılan araştırmanın, yağ hücreleri hiçbir yere kaybolmadıkları ve hep daha fazlasını istedikleri için, kilo vermenin ve o kiloda kalmanın neden bu kadar zor olduğunu açıkladığı kaydediliyor.

Bir İngiliz bilim adamının ise, sağlıklı kalmak için yediklerine dikkat etmenin ve egzersiz yapmanın hala anahtar unsur olduğunu belirttiği bildiriliyor.

En çok Türkler’de görülen hastalık


Alveoler mikrolitiazisin Türkçe karşılığı yok, ama hastalığa ‘akciğerlerin ufak tefek taşları’ demek mümkün. Bize ne bundan demeyin çünkü bu hastalık en çok bizde görünüyor

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta'nın yazısı


Bugün sizlere adını ilk defa duyacağınız oldukça nadir rastlanan bir hastalıktan bahsedeceğim. Bu hastalık ‘alveoler mikrolitiazis’.

Alveoler mikrolitiazisin Türkçe bir karşılığı yok, ama bu hastalığa ‘akciğerlerin ufak tefek taşları’ gibi bir isim vermek pek de yanlış olmaz sanırım. Çünkü, alveol tıp dilinde akciğer dokusundaki hava keseciklerinin adı. Mikro, málûmunuz çok küçük demek; litiazis ise taş mánasında bir kelime. Buna göre, alveoler mikrolitiazis akciğer keseciklerinin küçük taşları demek oluyor.

Bize ne bu hastalıktan demeyin, çünkü bu hastalığın çok önemli bir özelliği var. O da, tüm dünyada ‘en çok Türkler’de görülen bir hastalık’ olması, fakat Türkler’de neden sık görüldüğünün mákûl ve mantıklı bir açıklaması yok.

Akciğerlerdeki hava keseciklerinin içinde sayısız, minik küçük taşların oluşumu ile karakterize bir hastalık olan alveoler mikrolitiazis, ilk kez 1918 yılında tanımlanmış ve bugüne değin 500’e yakın kişide bu hastalığın saptandığı bildirilmiştir. Hastalık en çok Türklerde görülmekte, onları İtalyan ve Amerikalılar izlemektedir.

Alveoler mikrolitiazise, yediden yetmişe her yaştan insanda rastlanabiliyor. Prematüre bebeklerde görülebildiği gibi, 80 yaşında da tanındığı bildirilmiştir, ama en çok 30-50’li yaşlarda saptanıyor. Erkeklerde daha çok görülüyor. Hastalığın ailesel bir özelliği var, özellikle kardeşlerde sık rastlanıyor.

Sebebi belli değil

Alveoler mikrolitiazis 80 yıldan fazla zamandan beri tanınan bir hastalık olmasına rağmen sebebi bilinmemektedir. Akciğerlerde oluşan minik taşlar büyük ölçüde kalsiyum ve fosfordan oluşur, fakat hastalarda ne

kalsiyum ne de fosfat metabolizmasında bir bozukluk yoktur. Bulaşıcı bir hastalık da değildir.

Öksürük ve nefes darlığı

Erken dönemdeki hastaların önemli bir şikáyeti yoktur. Bir çok hastaya başka bir sebeple çekilen akciğer röntgeninde görülen bulgularla tanı konur.

En çok rastlanan belirtiler öksürük ve ilerleyici nefes darlığıdır, ancak bunlar hastalığın ilerlemiş evrelerinde ortaya çıkarlar. Bazı hastalarda öksürükle beraber balgam ya da küçük kanamalar da görülebilir. Göğüs ağrısı olabilir.

Hastalık iyice yaygınlaştığında, bacaklarda şişme, karaciğerde büyüme, karında sıvı toplanması, boyun damarlarında genişleme, tırnak ve dudaklarda morarma gibi sağ kalp yetersizliği bulguları ortaya çıkar. Nefes darlığı oturur durumda bile vardır.

Alveoler mikrolitiazis, çok yavaş seyirli bir hastalıktır. Tanısı 80 yaşında konan hastalar da bunun en iyi kanıtıdır. Hastalar, genellikle tanı konduktan ortalama 30 yıl kadar sonra solunum ya da sağ kalp yetersizliği yüzünden kaybedilir.

Teşhisi çok kolay!

Alveoler mikrolitiazis tanısı tipik hastalarda çok kolaydır. Bir çok hastada akciğer röntgenindeki bulgular başka hiçbir hastalıkla karışmayacak kadar tipiktir. Röntgende, tüm akciğer alanlarında, sayılamayacak kadar çok, ince kum taneleri şeklinde beyazlıklar vardır. Taşların büyüklükleri 1 milimetreden daha küçüktür. Bu bulgular akciğer tomografisinde daha belirgindir.

Akciğer röntgeni ile kesin teşhis konamayan durumlarda bronkoskopi ile biyopsi yapılması gerekir.

Bazı hastaların balgamlarında küçük taş taneciklerine rastlanabilir.

Laboratuar bulguları tipik değil

Hastalığa ait tipik bir kan bulgusu yoktur. Bir çok hastada sedimantasyon ve kanda gama-globülin düzeyleri yüksek bulunur.

Solunum fonksiyon testlerinde akciğer kapasitesinin azalmış olduğu saptanır. İlerlemiş evrede kanda oksijen basıncı da düşük bulunur.

Kesin bir tedavisi de yok

Hastalığın kesin bir tedavisi yoktur. Bazı hastalarda denenen ‘bronko-alveoler lavaj’ın yani akciğerlerin serumla yıkanmasının tedavi bakımından bir yararı olduğu gösterilememiştir. Kortizon tedavisinin de olumlu bir etkisi olmadığı anlaşılmıştır.

Son yıllarda, kristalleşmeyi önleyici etkisi olan ‘disodium etidronat’ isimli ilaçla uzun süreli tedavi ile hem hastaların şikayetlerinde ve hem de röntgen bulgularında gerilemeler olduğu bildirilmiştir.

Tedaviye cevap vermeyen hastalarda ise akciğer nakli denenmektedir.


ahmetrasim@stargazete.com

Bahar yorgunluğundan kurtulmanın 8 püf noktası

Bahar tüm ihtişamıyla uyanışı, arınmayı, coşkuyu, neşeyi ve sevgiyi müjdeliyor. Transformal Nefes Türkiye Temsilcisi Nevşah Fidan'ın baharın doğal yenileme enerjisinden faydalanarak bedenini, kafasını, ruhunu arındırmak isteyenler için 8 önerisi var. ÇİĞ MEYVE VE SEBZE TÜKETİN

Çiğ sebze ve meyve ağırlıklı beslenin, unlu gıdalar, et ve süt ürünlerinden siyah çay ve kahveden mümkün olduğunca uzak durun.

ARINMA SAATLERİNİ DİKKATE ALIN

Çiğ sebze ve meyveleri ağırlıklı olarak bedenimizin doğal olarak bir arınma ve temizlenme içerisinde olduğu akşam 8 ile öğlen 12 saatleri arasında yiyin. Böylelikle bedeniniz doğal olarak toksin atım prosesine girdiğinde ona destek olacak, kendini temizlemesine yardımcı olacaksınız.

BOL BOL SU İÇİN

İçtiğiniz suyun ph değerini kontrol edin, 6 ve üzerinde ph değeri olan suları tercih edin (bu da bedeninizin toksin atımına destek olacaktır.

HAREKET EDİN VE DİNLENİN

Bol bol yürüyüş yapın; ormanda, deniz kenarında yürüyün ve lütfen yürüyüş yaparken aynı zaman konuşmaya çalışmayın.. Bana göre doğada yapılan bir yürüyüş hiç durmadan konuşuyor, sohbet ediyorsak nefesimiz doğal nefesten uzaklaştığı için yararlı olacağına zararlı bile olabilir!

NEFESİNİZE DİKKAT EDİN

Bedenin kendini yenilemesi, toksin atabilmesi için açık, doğal nefes gerekli. Çoğumuz nefes alma kapasitemizin sadece yüzde 30'kunu kullanıyoruz. Bunu arttırmadığımız müddetçe ne yaparsak yapalım ihtiyacımız olan arınmayı ve yenilenmeyi sağlayamayabiliriz

KENDİNİZİ İFADE EDİN

İnsanın ister sözel ister yazarak ifade etmesi en güzel arınma metodlarından biridir. Şiir yazın, günlük yazın, hedeflerinizi, isteklerinizi yazın, resim yapın, şarkı söyleyin, konuşun. Kendinizi ifade edin!

GÜNEŞLENİN

Her gün en az 1 saat güneşte kalmaya çalışın. Bahar ayları güneşin henüz rahatsız etmediği bir sıcaklıkta olduğu için bize güneşin en faydalı olduğu dönemdir. Güneş ışığından bol bol faydalanın.

SESSİZ KALIN

Gün içerisinde en az bir saat yalnız kalın, gözlerinizi kapatın ve içinize dönün; dinlenin. Sessiz kalmak, kendi içimize dönüp iç dünyamızda dinlenmek, rahatlamak bir kişinin sağlıklı olabilmesi ve kalabilmesi için en önemli unsurlardan biri.

Ağız kokusunu gidermenin 7 yöntemi

Düşünün önemli bir görüşmesinin ortasındasınız. İşi aldığınızı düşünmeye başladınız. Görüşme sonunda kendinizden emin bir şekilde el sıkıştınız. Bir anda karşınızdakinin yüz ifadesinin değiştiğini gözlemlediniz. Sepep...

Düşünün ki önemli bir iş görüşmesinin ortasındasınız; her adımı doğru attığınızı ve işi aldığınızı düşünmeye başladınız. Görüşmenin sonunda kendinizden emin bir şekilde ayağa kalktınız el sıkıştınız ve “sizinle konuşmak bir zevkti sizden haber bekliyorum” dediniz.

Bir anda görüştüğünüz kişinin ifadesinin değiştiğini dudaklarını buruşturduğunu fark ettiniz, gülümsemesinde bir gerginlik oluştu ve sizde bir şeylerin yanlış gittiğini anladınız.

En kötüsü de bunun sizin kötü nefesiniz yüzünden olduğunu fark ettiniz. Bu bırakmak istediğiniz en son izlenimdi.

Plusdent Diş Kliniği’nden Diş Hekimi Onur Öztürk kötü ağız kokusu sorunundan dolayı birçok hastanın onları ziyaret ettiğini belirtti. Aslında birkaç küçük önlemle kolayca kurtulabilinecek bu problem yüzünden kişilerin zor durumlarda kaldıklarını, kendilerine olan güvenlerini yitirdiklerini ve konuşmaktan çekindiklerini ya da kişilerin onlarla konuşmaktan kaçındıklarını belirtiyor.

Böylece kendi içine dönen hastaların sosyal çevrelerinin kısıtlandığını ifadesine ekliyor. Diş Hekimi olan Onur Öztürk bizlere bu durumda kalmamız ya da bu durumdan kurtulmamız için ipuçları veriyor. İşte Diş Hekimi Onur Öztürk’ ten öneriler;

7 PRATİK TAVSİYE

• Eğer önemli bir görüşme ya da toplantının arifesindeyseniz baharatlı yiyeceklerden uzak durun. Yediğiniz şeyin miktarına bağlı olarak ne kadar sık dişinizi fırçalarsanız fırçalayın koku ağzınızda 24 saat kalabilir. Soğan, sarımsak, acı biber, sarımsak, salam, sucuk, pastırmadan kaçının. Aynı zamanda bazı peynirlerden (rokfor gibi) , bazı balıklardan hatta pizzanın üstündeki ançuez den bile uzak durun.

• Kahve, bira yerine su veya meyva suyu için..

• Bir şeyler yedikten sonra hemen dişlerinizi fırçalayın. Bu yediğiniz yemeklerle ilişkilendirilen kokuları uzaklaştırır. Ağız kokusunun en önemli nedeni diş plağıdır. Ağzımızda 50 trilyon kadar mikroskobik organizmanın dolaştığı tahmin ediliyor. Bunlar yemekten her bir parça alışımızla beraber dudaklarımız arasından ağzımıza girerler ve köşelerde kalırlar ve kötü koku üretirler. Sonuç olarak bu kötü kokudan kurtulmak için günde 2 defa dişlerimizi fırçalamalı ve bu plağı dışarı atmalıyız. Eğer yanınızda diş fırçanız ve macununuz yoksa en azıdan suyla ağzınızı çalkalayınız.

• Eğer 20 dakika ferah bir nefese ihtiyacınız varsa ağız gargarasıyla ağzınızı çalkalamak güzel bir fikir olabilir fakat bu Cinderella’nın balkabağı gibidir zaman geçip de yirmi dakika sona erdiğinde sihir de sona ermiş olacaktır ve siz yine ellerinizin arkasında konuşmaya başlayacaksınızdır.

• Maydanoz yemeyi ihmal etmeyin. Maydanoz sadece salatada kullandığımız yeşillik değildir aynı zamanda da bir nefes temizleyicidir. Maydanoz nefesinizi doğal olarak tazeler sadece tam olarak çiğnediğinizden emin olun. Aynı zamanda mutfağınızda bulunan bazı doğal otlar ve baharatlarda doğal nefes tazeleyicilerdir. Kötü nefesinizi hissettiğiniz anda karanfil, zencefil ve anason çiğneyebilirsiniz.

• Dişlerinizle beraber dilinizi de fırçalamayı ihmal etmeyin.

• Burnunuzdan nefes almaya çalışın. Ağızdan nefes almak kuru bir ağza neden olur ki bu kötü kokuya neden olan bakterilere zemin hazırlar.

Diş Hekimi Onur Öztürk ağız kokusuna karşı alabileceğimiz pratik öneriler de bulundu ancak ısrar eden ağız kokularında kişilerin mutlaka bir diş kliniğini ziyaret etmeleri gerektiğini belirtti. Ağız kokusu diğer ağız problemlerinin işareti olabilir. Çürümekte olan bir diş ya da diş fırçalamayla temizlenemeyen bir plakta ağız kokusuna neden olabilir.

Öztürk bu durumlarda diş hekiminin yardımıyla kalıcı ferah bir nefese sahip olabileceğimizi belirtti.



www.ekoyol.com

1 Mayıs 2008 Perşembe

Anadan doğma körlük tarihe karışıyor


İngiltere'de kalıtsal bir retina hastalığının tedavisinde çığır açabilecek gelişme kaydedildi.

Araştırmayı yürütenlerden Albert Maguire, bunun, öldürücü olmayan bir çocuk hastalığı için uygulanan ilk gen tedavisi olduğunu söyledi. geçirdiği kalıtımsal bir hastalık nedeniyle gözü çok az gören 17 yaşındaki gencin görme yeteneği, yapılan ameliyat ve uygulanan gen tedavisiyle arttırıldı.

Londra'daki Moorfields Göz Hastanesi'nde yapılan ameliyat sırasında Stephen Howard adlı hastanın sağ gözünde ölmekte olan hücrelerin canlandırılmasında gen tedavisinin kullanıldığı ve ameliyatın ardından gencin karanlık odalarda ve sokaklarda ilk kez yardımcısız yürüyebildiği bildirildi.

Howard'ın ameliyat öncesinde geceleri hiç göremediği ve zaman içinde görme yeteneğini tümüyle kaybettiği belirtildi.

Yüzde yetmişimiz ağız kanseri nedir bilmiyor

Türk halkının ağız kanserleri konusunda yeteri kadar bilgi sahibi olmadığı ve toplumun yüzde 70’inin ağızda kanser gelişebileceğini hiç bilmediği ortaya çıktı.

Gazi Üniversitesi’nin 18-19 Nisan tarihlerinde düzenlediği ağız kanserleri sempozyumu sonuç bildirgesi yayınlandı. Sonuç bildirgesine göre, Türk halkı ağız kanserleri konusunda yeteri kadar bilgiye sahip değil ve toplumun yüzde 70’i ağızda kanser gelişebileceğini hiç bilmiyor. Ayrıca bildirgede, diş hekimlerinin, ağız kanserlerinin erken teşhis edilmesinde ve erken teşhisteki rolleri konusunda yeterli bilgiye sahip olmadıkları da belirtildi. Bildirgede şu görüşlere yer verildi:
“Toplumumuz ağız kanserleri konusunda bilgi sahibi değildir. Ağızda kanser gelişebileceğini hiç bilmeyenlerin oranı yüzde 70’dir. Bu konuda ısrarla ve gösterişli şekilde toplumu bilinçlendirme çalışmalarına gidilmelidir. Diş hekimlerimiz ağız kanserlerinin erken teşhis edilmesinde kendi rollerinin önemi bakımından isteklendirilmemişlerdir. Ağız kanserlerinin teşhis ve tedavisinde diş hekimliği, çene cerrahisi, kulak-burun-boğaz, plastik ve rekonstrüktif cerrahi, medikal onkoloji, radyasyon onkolojisi, psikiyatri gibi farklı disiplinlerin ortak girişimlerine gereksinim vardır. Mezuniyet sonrası sürekli eğitim anlayışı kapsamında, ağız kanserlerinin erken teşhisi için diş hekimleri eğitime alınmalı ve mesleki yönden yeni kazanımlar elde etmeleri sağlanmalıdır.”


(ANKA)

Google Arama

Özel Arama