17 Haziran 2008 Salı

Üzüm çekirdeği deyip geçmeyin!

Erciyes Üniversitesinde fareler üzerinde yapılan bir araştırma, üzüm çekirdeğinin kanser tedavisinde kullanılan kemoterapi ve radyoterapinin olumsuz etkilerini azalttığını ortaya koydu. AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Erciyes Üniversitesinin çeşitli birimlerinde görev yapan Dr. Aysun Çetin, Dr. Leylagül Kaynar, Dr. İsmail Koçyiğit, Dr. Sibel Kavukçuhacıoğlu, Dr. Recep Saraymen, Dr. Ahmet Öztürk, Dr. Okan Orhan ve Dr. Osman Sağdıç, üzüm çekirdeğinin antioksidan etkisinin kanser tedavisine etkisini araştırdılar.

Erciyes Üniversitesinin geleneksel olarak düzenlediği Gevher Nesibe Araştırma Teşvik Ödülü alan ''Rat karaciğerinde radyasyon ve kemoterapinin yol açtığı oksidatif strese üzüm çekirdeği ekstresinin etkisi'' başlıklı çalışmalar, uluslararası The Turkish Journal Of Gastroenterology ve American Journal Of Chinese Medicine isimli dergilerde yayınlanmak üzere seçildi.

Dr. Aysun Çetin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kanserin olumsuz etkilerini azalttığı bilinen E ve C vitaminleri ile ilgili çok çalışma yapıldığını, ancak E vitamininden 50 kat ve C vitamininden 20 kat fazla antioksidan özelliğe sahip olduğu bilinen üzüm çekirdeği ile ilgili çalışmaların son 10 yılda yapılmaya başlandığını belirtti.

-FARELERLE DENEY-

Canlıların vücudunda serbest radikaller (oksidan) adı verilen zararlı maddeler ile bu maddeleri ortadan kaldıran maddelerin (antioksidan) denge içinde bulunduğunu ifade eden Çetin, özellikle 25 yaşından sonra bu dengenin olumsuz yönde bozulmaya başlandığını hatırlattı.

Dengenin bozulması ile birlikte artan oksidan etkinin başta kanser olmak üzere birçok ciddi sağlık sorununa yol açtığını kaydeden Çetin, şu bilgileri verdi:

''Kanser oluşumunun engellenmesi için vücutta antioksidan miktarının azalmaması, yaşlanma ile birlikte antioksidan takviyesi yapılması gerekir. Üzüm çekirdeği de antioksidan özelliği çok fazla olan bir maddedir. Bu çalışmada, kanser oluşumunun önlenmesine katkı sağlayan üzüm çekirdeğinin, kanser tedavisi sırasında karşılaşılan olumsuzlukların önlenmesindeki katkısını araştırdık. Kanser tedavisinde kullanılan kemoterapi ve radyoterapi yöntemleri tümörü ortadan kaldırırken saç dökülmesi, iştahsızlık, bulantı veya kusma gibi birçok soruna yol açabiliyor. Araştırmamızda, bu olumsuzlukların nedeni veya sonucu olabilecek oksidan saldırıların ortadan kaldırılmasında üzüm çekirdeğinin katkısını test ettik.''

Üzüm çekirdeği verilen farelerde hissedilir ölçüde yararlı antioksidan maddelerin artışını tespit ettiklerini belirten Çetin, şöyle devam etti:

''Fareler, biyolojik olarak insan vücuduna en çok benzeyen hayvanlardır. Karaciğer ise bir anlamda vücudun laboratuvarıdır. Araştırmamızda denek farelerin karaciğer dokularını inceledik. Üzüm çekirdeği verdiğimiz fare grubunda antioksidan maddelerin hissedilir derecede arttığını belirledik. Hatta, hem ışın hem üzüm çekirdeği verdiğimiz grupta antioksidan maddelerin, hiç ışın verilmeyen ve sadece su verilen kontrol grubundan bile daha fazla düzeyde olduğunu gözlemledik. Üzüm, zaten rahatlıkla tüketilebilen doğal bir besin olduğu için insanlarda da aynı etkileri gösterebileceği sonucuna vardık. Yani, antioksidan özelliği nedeniyle kanser oluşumunu engelleyen üzüm çekirdeğinin, kanser tedavisinde ortaya çıkan olumsuzlukları da azaltabileceğini belirledik. ''

Siyah üzümde antioksidan maddenin daha fazla bulunduğunu hatırlatan Çetin, söz konusu faydalar için üzümün çekirdeği ile birlikte çiğnenerek tüketilmesini tavsiye ettiklerini sözlerine ekledi.

12 Haziran 2008 Perşembe

Karpuzu aç karnına ve çekirdekleriyle tüketin


Sakarya Vatan Hastanesi Başhekimi Dursun Bostancı, karpuzun faydasından tam yararlanmak için aç karnına ve çekirdekleriyle birlikte tüketilmesi gerektiğini söyledi.

Bostancı, karpuz çekirdeği içinde bulunan 'cucurbocitrin' adlı maddenin kan basıncını düşürmeye ve böbrek fonksiyonlarını düzenlemeye yardımcı olduğunu belirtti. Bostancı, "Karpuzun çekirdekleri çok faydalı. Karpuz çekirdeği, midede herhangi bir şikayete sebep olmaz. Ayrıca az miktarda olsa bile barındırdığı likopen maddesi de kalbi enfarktüsten koruyor."diye konuştu.

Karpuzun aynı zamanda iyi bir lif kaynağı olması sebebiyle bağırsak hareketlerini düzenlediğini ve bağırsak kanseri türlerinden koruduğu bilgisini veren Bostancı, "Yağ ve kolesterol içermiyor. Büyük bir kısmının su olması sebebiyle vücudun yaz aylarındaki sıvı kaybını önlüyor. Böbrekleri çalıştırıyor, idrarı düzenliyor. Bol miktarda B ve C vitamini içeriyor, zindelik ve enerji veriyor. Antioksidan özelliği ile kanserden koruyucu etkiye sahip. Karpuz, kilo vermeyi kolaylaştırıyor." şeklinde konuştu. Duran Savaş, Sakarya

Izgara et için iki kere düşünün!

Mangal mevsimi geldi. Kırmızı etler, tavuk göğsü, sucuklar ızgaraya konmayı bekliyor. Yaz mevsimini ızgarada kızarmış et kokusundan ayrı düşünmek çok zor; ancak doktorlardan ciddi uyarı var: Mangalsız bir hayata alıştırın kendinizi.

Amerikan Kanser Araştırma Enstitüsü, herkesi bu alışkanlık konusunda yeniden düşünmeye davet etti. Enstitü tarafından yayınlanan raporda yapılan 7 bin ayrı çalışmada da, ister beyaz et, ister kırmızı et isterse de balık eti olsun, ızgarada kızartılan etlerin potansiyel kanserojen etkisi olduğunun saptandığı vurgulandı.

Enstitünün mangal ateşi yakmaktan vazgeçemeyeceklere tavsiyesi ise şu; Et yerine, sebze ya da meyve kızartın. Yüksek ısıda kızartılan kırmızı et, kümes hayvanı eti ya da balık etindeki proteinler, heterosiklik amino asit üretiyor.

Heterosiklik amino asit, kanserojen madde olarak kabul ediliyor. Mangalla birlikte vücudumuza katma ihtimali bulunan diğer kanserojen madde ise etteki yağ ve suların damladığında ya da sıcak ızgaraya konulduklarında çıkan ve ete de sinme ihtimali bulunan dumanın içerdiği çok halkalı aromatik hidrokarbonlar.

New Jersey Kanser Enstitüsü diyetisyen uzmanlarından Maureen Huhmann, insanları ızgara etten uzak durmaları konusunda uyarmaya çalıştıklarını anlatarak, "Izgara et yemeyi, nadiren yaptığınız bir şeye dönüştürün. Eğer ızgarada pişmiş bir şey yiyecekseniz de en azından yediğiniz ette siyah ya da yanık olmadığından emin olun." uyarısında bulunuyor.

Salamda sosiste kanser riski var Amerikan Kanser Enstitüsü, korunmuş etler konusunda da özel uyarıda bulunuyor. Rapor, sosis, sucuk, salam, burger, bacon gibi, tuzlanıp, tütsülenip pişirildikten sonra paketlenen et ürünlerinden uzak durulmasını da tavsiye ediyor. Eti uzun süre korumak için kullanılan kimyasallar, vücutta kanserojen etkilere sebep olabiliyor. Uzmanlar, kırmızı etin, özellikle de sosis gibi işlenmiş kırmızı etlerin, bağırsak kanserine yol açtığını ortaya koyuyor.

Mangalda kanser riskini azaltma yolları

  • Izgara süresini azaltın. Eti ızgaraya koymadan önce fırında bir süre pişirin.
  • Et suyunun ateşe düşerek kanserojen etki yapabilen duman üretmesini engelleyin.
  • Asla kararmış ya da yanık et yemeyin.
  • Pişmesi daha kısa zaman tutan, şiş kebap gibi küçük parçalı etleri tercih edin.
  • Yağsız et, daha az damlar, daha az duman çıkarır.
  • Isı kaynağı ile etleri koyduğunuz ızgara zemini arasında en az 15 santimetre mesafe bulunsun.

Sigara, ömürden en az 5 yıl çalıyor


Sigaranın, gerek kadınlarda gerekse erkeklerde ömürden en az beş yıl çaldığı bildirildi. ABD Sağlık Bakanlığı'na bağlı bir kuruluşta görevli doktor Lisa Schwart tarafından yürütülen ve Amerikan Kanser Enstitüsü'nce yayımlanan araştırmaya göre, sigara içen erkekler arasında 60 yaşından sonra akciğer kanserinden ölme riski, kalp-damar hastalıklarından ölme ihtimalinden daha yüksek.

Buna mukabil, sigara içmemiş erkeklerin hangi yaşta olurlarsa olsunlar, kalp-damar hastalığından ölme ihtimali; akciğer, kalın bağırsak veya prostat kanserinden ölme ihtimalinden daha fazla. Araştırmaya göre, sigara tiryakisi erkeklerin prostat ve kalın bağırsak kanserinden ölme ihtimali de 10 kat artıyor. Kadınlarda ise sigara içenler arasında akciğer kanseri veya kalp-damar hastalıklarından ölme riski, 40 yaşına kadar meme kanserinden ölme ihtimalinden çok daha yüksek. Sigara içmeyen kadınlar arasında ise kalp-damar rahatsızlıklarından ölme riski, 60 yaşına kadar meme kanserinden ölme riskine eşit.

Araştırma, hangi yaşta ve hangi nedenden olursa olsun, erkeklerin ölüm riskinin kadınlarınkinden biraz daha yüksek olduğunu da gösterdi. Washington, aa

Sınava hazırlanan öğrenciler günde en az 1,5 litre su içmeli


Sıcak havalarda artan terleme sonucu vücuttaki sıvı oranının düşmesi konsantrasyonu azaltıyor. Sıvı dengesinin bozulması da matematiksel zekada gerileme, vücutta halsizlik, ezber yeteneğinde ve hafızada zayıflama gibi sorunlara sebep oluyor.

Konya Özel Selçuklu Hastanesi diyetisyeni Mevra Çimili, özellikle öğrencilerin günde en az 1,5 litre su içmesi gerektiğini ifade ederek, terlemeyi azaltmak için hava dolaşımına imkân sağlayan keten türü giysileri önerdi.

Gençleri, hayallerini süsleyen üniversiteye taşıyacak Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) önümüzdeki hafta sonu yapılacak. Önemli sınavların hava sıcaklıklarının iyice arttığı döneme denk gelmesi, su tüketiminin önemini bir kat daha artırıyor. Diyetisyen Mevra Çimili, yaz mevsiminde vücutta terle atılan su miktarının neredeyse iki katına çıktığını söylüyor. Vücuttaki sıvılarda yüzde 2'lik bir azalmanın dikkat dağınıklığına sebep olduğunu vurgulayan Çimili, "Sıvı dengesindeki bozulma konsantrasyonu azaltır. Matematiksel zekada bozukluk, halsizlik, ezber yeteneği ve hafızada zayıflama gibi sorunlara neden olur." diyor.

Terlemeyle ortaya çıkan sıvı açığının ancak suyla dengelenebileceğini dile getiren Çimili, vücuttaki sıvı açığını gidermek için öğrencilere günde en az 1,5 litre su içmeleri tavsiyesinde bulunuyor. Vücuttaki su miktarının dengede tutulmasının hayati önem taşıdığını aktaran Çimili, gıdalarla alınan suyun, insanın ihtiyacının sadece beşte birini karşılayacağını anlattı. Çay, kahve ve kolalı içeceklerin insanın sıvı ihtiyacını gidermekten çok, kaybı daha da artırdığını söyleyen Çimili, bu nedenle sınavlara hazırlanan öğrencilerin bunlardan uzak durmasını istedi.

Suyun faydaları neler?

Su, besinlerin sindirimi, emilimi ve hücrelere taşınmasında rol alır. Sindirim sonucu oluşan toksinlerin taşınmasında ve atılmasında görev alır. Cildin nem dengesini sağlayarak cildi güzelleştirir. Sesi güzelleştirir. Vücut sıcaklığını korur. Eklemlerin kayganlığını sağlar. Vücuttaki elektrolit dengesini korur. Böbreklerin çalışmasını hızlandırır. Kabızlığı önler. Bağırsak kanserine karşı koruyucudur. Emziklilik döneminde süt üretimini artırır.

5 Haziran 2008 Perşembe

Dişeti hastalıkları kanser habercisi

Dişeti hastalıklarının kanser habercisi olabileceği belirtildi.

İngiltere’deki “Imperial College London” tarafından 50 bin erkek üzerinde yapılan araştırmada, dişeti hastalıkları yaşayanların akciğer, böbrek, pankreas ve kan kanserine yakalanma ihtimalinin daha yüksek olduğu belirlendi. Dişeti hastalıklarına sahip olanların kansere yakalanma riskinin ortalama yüzde 14 daha fazla olduğu tespit edildi.


Dişeti sorunlarının, böbrek ve pankreas kanseri riskini yüzde 50, kan kanseri riskini yüzde 30, akciğer kanseri riskini ise üçte bir oranında artırdığı belirtildi.


Araştırmanın bulgularını “Lancet Oncology” dergisinde yayımlayan bilim adamları, dişeti hastalıklarının bağışıklık sisteminin zayıf olduğunu gösterdiğini, zayıf bağışıklık sisteminin de kanser riskini artırdığını belirtti.

Kene ısırmasındaki en önemli şey...

Havaların ısınmasıyla birlikte yeniden gündeme gelen Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığına neden olan kene ısırmalarında, ısırığa zamanında müdahalenin kişilerin enfekte olmamaları açısından hayati önem taşıdığı bildirildi.

Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Levent Aydın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kenelerin tüm dünyada tropik ve subtropik kuşakta gerek kan emerek, gerekse birçok hastalık etkeninin taşıyıcısı olarak hayvan ve insanları tehdit eden önemli parazitlerden olduğunu söyledi.

Direkt etkileriyle kene felci, terleme hastalığı, anemi ve toksemiye neden olan kenelerin Türkiye'de mekanik ve biyolojik taşıyıcı olarak brucella, veba, salmonella, listeriosis, mavi dil, lyme, KKKA gibi hastalıkların etkenlerini de bulaştırdıklarını anlatan Aydın, ''Keneler aynı zamanda naklettikleri etkenlerin bazılarını kendi nesillerine aktararak enfeksiyonların nesiller boyu devam etmesine ve ciddi boyutlara ulaşmasına neden olmaktadırlar'' dedi.

Aydın, günümüzde dünyada 3 aileye bağlı 20 soyda 860 kene türünün saptandığını, Türkiye'de ise 2 aileye bağlı 10 soyda yaklaşık 32 kene türü tespit edildiğini dile getirdi. Yumurtlamayı takip eden her dönemde kan emmek zorunda olan kenelerin, türlere göre farklı olmakla birlikte, 800-900 ile 15 bin arasında yumurtlayabildiklerini anlatan Aydın, son yıllarda Türkiye'de çok sayıda insanın ölümüne yol açan KKKA hastalığının görülmesinin keneleri daha güncel hale getirdiğine dikkati çekti. Aydın, ''son 10 yılda önce lyme hastalığının ülkemizde görülmesi, sonra KKKA olgularının ortaya çıkması ve ölüm olaylarının tespit edilmesi, ülkemizin, bulunduğu coğrafi kuşakta ciddi bir tehdit altında olduğunu göstermektedir'' dedi.

-KKKA'YI 7 KENE TÜRÜ TAŞIYOR-

Prof. Dr. Aydın, son 6 yıl içinde Türkiye'de görülen ve her yıl belli mevsimde tekrarlayan KKKA'nın, kenelerle taşınan ''Bunyaviridae-Nairovirus'' kaynaklı bir hastalık olduğuna işaret ederek, bu hastalığa neden olan virüsün 30'a yakın kene türünde tespit edilmesine karşın, 7 kene türünün aktif taşıyıcı olduğunu belirtti.

Kenelerin bir vücut bölgesini ısırmadan önce bölgeye lokal aneztezik benzeri bir madde salgıladıklarını, bu nedenle can yakmayan ısırığın, vücutta kene görülememesi halinde ilk 24-48 saatte fark edilmediğine işaret eden Aydın, şunları kaydetti:

''Kene ısırığının süresi hastalığın bulaştırılması açısından önemlidir. Keneler ilk 12-16 saat içinde taşıdıkları hastalık etkenlerini hemen bulaştıramazlar. Bu nedenle kene ısırığını gören kişiler hemen en yakın sağlık kuruluşuna başvurup keneyi vücuttan uzaklaştırmalıdır. Çalılık, su kenarları ve gür otların bulunduğu alanlara giren insanlar pantolon paçaları çorap içinde olacak şekilde ve uzun kollu giymeli. Bu bölgelere giren insanlar daha sonra başta koltukaltı ve kasık bölgeleri olmak üzere tüm vücutlarını kontrol etmeli. Vücutta keneye rastlanırsa hemen sağlık kuruluşuna başvurmalı, kene ezilmemeli, yapay ısı uygulanmamalı, keneyi uzaklaştırmak için herhangi bir kimyasal madde uygulanmamalıdır. Keneler hekim kontrolünde çıkarılmalı. Çıkarılan kene tür teşhislerinin yapılmasında, hastalığın hızlı tanısında ve diğer hastalıklardan ayırıcı tanıda son derece önemlidir. Bu nedenle konunun uzmanlarına başvurulmalıdır.''

-KIRSAL ALANLARDA RİSK DAHA FAZLA-

Levent Aydın, kene ısırması açısından kırsal kesimlerin daha riskli olduğunu, bu nedenle meralar ve piknik alanlarının kontrol edilerek ilaçlanması, bu alanlardaki uzun otların biçilmesinin son derece önelli olduğunu vurguladı.

Ahır ağıl ve hayvan barınaklarının sıvalı olmasının, kenelerin barınabileceği çatlakların kapatılmasının önemine değinen Aydın, bazı örümcek, karınca ve kuş türlerinin kene ve yumurtalarını yok ettiklerini, bu nedenle özellikle ahır ve kapalı alanlarda bulunan bu canlılara ait yuvaların bozulmaması gerektiğini sözlerine ekledi.

Beyin tümörüne karşı aşı geliştirildi

Beyin tümörü türlerinin en sık rastlanan ve en tehlikelisi olan "glioblastoma" tümörü hastalarının yaşam süresinin, bir aşıyla 2 katına çıkarılabildiği bildirildi.


Kuzey Carolina'daki Duke Üniversitesinden John Sampson, Amerikan Klinik Onkoloji Birliği'nin (ASCO) Chicago'da düzenlenen 44. yıllık konferansında bu aşının testleri hakkında bilgi verdi.

Aşının ileri derecede "glioblastoma" tümörü hastası olan 23 kişi üzerinde denendiğini belirten Sampson, bu kişilerin teşhisin konulmasından sonra 33 ay yaşadıklarını söyledi.

Sampson'a göre, bu tümörün görüldüğü, şu anki standart uygulamayla tedavi edilen hastalar ortalama 14 ay yaşayabiliyor.

Aşıyla ilgili araştırmada, aşının tümörün tıbbi müdahaleyle alındıktan sonra yeniden ortaya çıkmasını da geciktirdiği ortaya çıktı. Aşılanan hastalarda tümörün ortalama 16,6 ay sonra yeniden ortayla çıktığı, aşılanmayanlarda ise ortalama 6 ay sonra tekrar görüldüğü kaydedildi.

Amerikan Avant Immunotherapeutics Inc. şirketi tarafından üretilen ve Pfizer şirketi tarafından ticari hakları satın alınan aşının, vücudun bağışıklık sistemini, tümörle mücadele etmesi için canlandırdığı belirtildi.

"Glioblastoma" tümörü görülen hastaların yüzde 50'sinin, hastalığın teşhisinin konulmasından sonra 1 yıl içinde hayatını kaybettiği, çok azının 3 yıldan fazla yaşadığı belirtiliyor.


(aa)

Google Arama

Özel Arama